Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlamalara tabi tutulabilir (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi md. 9).

Ayrıca Anayasamızda belirtildiği üzere kimse düşüncesi ve kanaatini açıklamaya zorlanamaz ve yine düşünce ve kanaatinden ötürü kınanamaz ve suçlanamaz (Anayasa Md. 25).

Anayasamızda ise buna ek olarak din ve ahlak eğitiminin yalnızca Devletin gözetimi ve denetimi altında yapılacağı ve din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve ortaöğretimde zorunlu olduğu belirtilir. Ayrıca bunun dışında alınacak din eğitimi kişinin talebine ve  velilerin onayına bağlıdır (Anayasa md. 24).

Hiç kimse zorla; güç kullanarak yahut tehdit ederek, başkalarını  dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç ve düşüncelerini açıklamaya veya değiştirmeye zorlayamaz, açıklamak yapmak isteyenleri zor kullanarak durduramaz. Din ve inançlarını yerine getirmek için ibadet eden ayin yapanlara yurttaşlara da müdahale edilemez, güç kullanılarak veya tehdit edilerek yurttaşlar din ve vicdan hürriyetinden alıkonulamaz. Yurttaşların güç kullanılarak veya tehdit edilerek, inanç düşünce ve değer yargılarından kaynaklanan yaşam tarzlarına da müdahale etmek, değiştirmeye zorlamak yasaktır. Böyle bir durum cezalandırılır (TCK Md. 115).

Örnek: 2012 yılında Yargıtay Alevilerin ibadethane olarak kabul ettikleri Cemevleri ilgili bir karar verdi. Yerel mahkemede Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği’nin tüzüğünde Cemevlerinden ibadethane olarak bahsetmesinden ötürü açılan kapatma davası reddedildi. Ancak Yargıtay 7. Hukuk Dairesi verilen kararı Cemevlerinin ibadethane olmadıkları gerekçesiyle bozdu. Ancak aynı yerel mahkeme yeniden önüne gelen davanın gerekçeli kararında Cemevlerinin yüzyıllardır Aleviler tarafından ibadet amaçlı kullanıldığını ve bunun ibadethane sayılması için yeterli olduğunu savundu. Yargıtay’ın 2014 yılı sonu itibariyle verdiği kararında ise Cemevlerinin ibadethane olup olmadığına kendisinin karar verme yetkisine sahip olmadığı, bu hususun yargılamanın kapsamını aştığı belirtilmişti. 

Örnek: 27 Mart 2014’te Youtube Türkiye İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından erişime kapatılmıştı. Ancak Anayasa Mahkemesi yapılan bireysel başvuru üzerine bu uygulamanın düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna dair bir karar aldı. Mahkeme gerekçeli kararında internetin fikirleri yayma aracı olarak önemine vurgu yaptı. Bu çerçevede de sitenin tamamen erişime engellenmesi durumunun tüm kullanıcıları bu kanaldan mahrum bıraktığını belirten Mahkeme, erişim yasağının düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğuna karar verdi.

AİHM’den bir örnek: İngiltere vatandaşı olan Mark Anthony Norwood aşırı sağcı bir siyasi partide görevlidir. ABD’de İkiz Kulelere yapılan saldırı sonrasında dairesinin camından Kuleleri alevler içinde gösteren ve üzerinde tüm Müslümanların İngiltere’den kovulması gerektiğini belirten yazılar bulunan bir poster astı. Ancak poster şikayet üzerine polis tarafından kaldırıldı. Bunun üzerine Norwood ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle dava açtı. Ancak yerel mahkemenin Norwood’u haksız bulması üzerine, dava AİHM’e taşındı. Mahkeme 2003 yılında verdiği kararda, her ne kadar kişinin kendini ifade etmesinin engellenmesinin kabul edilemez olduğunu belirtse de, bütün bir gruba yönelik dışlayıcı ve suçlayıcı ifadeler kullanılmasının aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin öngördüğü hoşgörü gibi değerleri hiçe saymış olduğuna hükmetmiştir. Ayrıca böyle bir hareketin Sözleşme’nin ruhuna aykırı olduğu ifade edilmiştir. Bu örnekte ifade özgürlüğünün sınırlarının uygulamada Sözleşme göz önüne alınarak çizildiği görülebilir. 

Örnek: Ankara Barosu’na kayıtlı olan avukat bir duruşmaya başörtüsü ile girdi. Ancak hakim avukatın duruşmaya başörtülü katılamayacağı gerekçesi ile müvekkilin kendisini bir başka avukatla temsil ettirmesi için duruşmaya ara verince olay Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Anayasa Mahkemesi “başvurucunun kişisel tercihi olan bir davranışı açığa vurduğu, başka bir değişle başvurucunun kişisel niteliği sayılması gereken dini emirlerini yerine getirme arzusunun dışa vurum davranışı olan başörtüsü kullanması sebebiyle başvurucuyu olumsuz etkilediğini” belirterek hem eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı hem de din ve vicdan hürriyetinin kısıtlanması nedeniyle insan haklarının ihlal edildiğine karar verdi (Arslan, 2014).