Pozitif ayrımcılık; sosyal, ekonomik ve politik yaşamda kadınlar, engelliler gibi taşıdıkları özellikler nedeniyle dışlanmış azınlıkların, dışlanmışlıklarını azaltmak ve uzun vadede engellemek amacıyla ortaya konulan politika ve uygulamaları ifade eder. Başka bir deyişle, siyaset veya iş alanında boş bir kadroya, istenen nitelikleri taşıyan taliplerden cinsiyeti nedeniyle kadın olanı seçmektir. Bu eğitim, donanım ve becerileri eşit olan kişilerden kadının tercih edilmesi anlamına gelir.

Son yıllarda pozitif ayrımcılık kavramı, anayasalarda ve yasalarda yer almaya başlamıştır. AB pozitif ayrımcılığı tüm dezavantajlı grupların eşitsizliklerini azaltacak politikalara dönüştürmüş ve bu konularda somut hedefler koymuştur.

Türkiye de, dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak 2010 Anayasa değişikliği ile pozitif ayrımcılığı hukukumuza kazandırmıştır. Bu değişiklerle birlikte Anayasamızın 10.cu maddesi şöyle demektedir: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olamaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Bu madde, pozitif ayrımcılığı yalnızca kabul etmekle kalmıyor, bunun da ötesinde devleti bu ilkeyi yaşama geçirmekle de yükümlü kılıyor. Ancak, bugüne kadar pozitif ayrımcılığın uygulanmasını sağlayacak, denetleyecek bir hukuki düzenleme yapılmamıştır. Oysa ki, Anayasada sözü edilen dezavantajlı grupların ekonomik, siyaset ve sosyal yaşamdaki yarışa çok geriden başladığı bir gerçektir. Bu nedenle siyaset ve ekonomi alanlarında fiili eşitliği sağlayacak hukuki düzenleme ve yaptırımlara ihtiyaç vardır.

Son zamanlarda eşitliği sağlama yolunda yavaş da olsa bazı adımların atıldığı gözlemlenmektedir. Örneğin, Sermaye Piyasasının, Kurumsal Yönetim İlkelerin Belirlenmesine ve Uygulanmasına ilişkin 30 Kasım 2011 tarihli 57 Numaralı Tebliği ile halka açık şirketlerin yönetim kurullarında en az bir kadın üye bulunması zorunluluğu getirilmiştir.  Büyükşehir Belediye Kanununda 2013 de yapılan bir değişiklikle, belediye görevlerine dezavantajlı gruplarla işbirliği yapma mecburiyeti eklenmiştir.

Ayrıca, yerel yönetimlerde toplumsal cinsiyete dayalı politika ve bütçeleme uygulamaları da bu alanlarda atılmış olumlu örneklerdir. Bazı belediyelerde, yasal bir temele dayanmamakla birlikte, fiili olarak kadın-erkek eş-başkanlık sisteminin uygulanmaya başlaması da üzerinde durulması gereken bir gelişmedir.