Yakın zamana kadar sivil toplum, dernekler, vakıflar, sendikalar, kooperatifler ve siyasi partiler gibi örgütlü kuruluşlar anlamına geliyordu. Günümüzde ise, sivil toplum bu geleneksel tanımın dışında daha geniş, canlı ve dinamik bir alanı tanımlıyor. Bu yeni tanım, örgütlü toplumun yanında, resmi biçimde örgütlü olmayan, sektörler arası sınırları zorlayan ve yeni deneyimlerle ortaya çıkan, her türlü toplumsal gruplaşmayı aşan, interneti kullanarak veya internet dışı sivil girişimlerin tümünü kapsıyor. Wall Street'i İşgal Hareketi, Arap Baharı, Gezi olayları bu yeni tanımın en iyi göstergeleridir.

Yeni sivil toplum anlayışı inanç örgütlerini de kapsamaktadır. Modern seküler toplumda, eksikliği duyulan ahlak ve değerlerin sesi ve kaynağı olarak inanç örgütlerinin her toplumda giderek daha etkin hale geldiğini görüyoruz. Tüm dünyada inanç ve dine dayalı örgütlenmeler ağırlık kazanmaktadır. Habermas, ''Batı toplumunun kalbinde dine dayalı siyasetin yeniden canlanmaya başladığına'' tanık oluyoruz diyor.

İnanç örgütlenmeleri, sosyal yardım, eğitim ve sağlık alanlarında hizmet sağlayıcı olarak önemli roller üstlenmektedir. Bunun yanında özellikle sosyal sermayenin parçası olarak da değişimin içinde yer alıyor, toplulukların uyumunda da işlevler yerine getiriyor. Hükümetler de bu kuruluşları yönetişim ilişkileri içine ortak veya paydaş olarak davet ediyorlar.   

İslam dünyasında da dini örgütlerin ve cemaatlerin hem toplumsal hem de siyasi alanda etkileri artmaktadır. Ülkemizde de son yaşanan ''paralel yapı'' diye tanımlanan cemaat örgütlenmesi ile benzerlerinin etkileri her alanda görülmektedir.

1. Neden Sivil Toplum?

Sivil toplumun çok eski bir geçmişi vardır. Piyasa ekonomisinin parçası olarak ortaya çıkan sivil toplumun dünya çapında önem kazanması 2. Dünya Savaşından sonra olmuştur. Birleşmiş Milletlerin 1948 de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi dernek kurma özgürlüğünü temel insan hakları arasında saymıştır. 

Batı ülkelerinde sivil toplum kuruluşlarının önem kazanması son 50 yılda yaşanan gelişmelerin sonucudur. Bu gelişmeleri başlıca üç başlık altında toplayabiliriz:

2.Meşruiyet Krizi

Batı ülkelerinde halkın seçimlere katılımı giderek düşmektedir. Özellikle yerel yönetimlerde seçimlere katılma bazı durumlarda % 50 dolayında olmaktadır. Bu durumda seçimlere katılanların çoğunluğu ile seçimi kazanarak iş başına gelenler, halkın çoğunluğunun oyunu arkalarına alamamış olmaktadır. Böylece oluşan demokratik açık sivil toplum katılımı ile doldurulmaya çalışılmaktadır.

3.Demokrasinin Derinleşmesi

Demokratik biçimde yapılan seçimler sonucunda oluşan karar organlarında çoğunlukla genel eğilimler temsil edilmektedir. Böyle olunca da, toplumdaki dezavantajlı grupların istek ve ihtiyaçları bu meclislere taşınamamaktadır. Özellikle yerel yönetimlerde kadınlar, engelliler, etnik veya dini azınlık grupların sesi karar alma mercilerinde pek işitilmemektedir. Sivil toplum örgütleri bu grupların isteklerinin duyurulmasında önemli roller üstlenmektedir.

4.Kamu Yönetiminde Verimliliğin Artırılması

Kamu yönetimi halktan toplanan vergilerle kamu hizmeti üretmektedir. Kamu hizmetlerinin yürütülmesinde verimlilik ve etkinliği sağlayabilecek en önemli mekanizma katılımdır. Katılım bir anlamda, özel sektörde kar motifinin oynadığı rolü yerine getirmektedir. Sivil toplumla işbirliği kamu hizmetlerinin maliyetini düşürdüğü gibi hizmetlerde etkinliği de artırmaktadır.

Kamu hizmetlerinin verimliliğini artırmada son zamanlara kadar özel sektörün uyguladığı bazı yöntemler uygulanmaya çalışılmıştır. Örneğin müşteri memnuniyeti, müşteriyi ortak olarak görme gibi. Tüm bu yaklaşımlar, kamu yönetimini halktan koparmaya çalışan anlayışın bir sonucudur. Kamu yönetiminin kaynağı halk olduğuna göre, her türlü erkin kaynağının halka dayanması gerekir. Bu nedenle bu yöntemler de terk edilerek halkı ve onların kurduğu sivil toplum örgütlerini ''paydaş'' olarak kabul eden bir anlayış kabul edilmiştir.

Bu nedenle de sivil toplum örgütlerinin karar alma süreçlerinin başlangıcından uygulamaya kadar her aşamasında yer alması gerekmektedir. Son aşamada da sivil toplum örgütleri denetleme işlevlerini yerine getirmektedir.

5.Dernek Kurma Özgürlüğü

Dernek kurma özgürlüğü temel insan hakları ve özgürlüklerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ülkemizde dernek kurma hakkının tanınması ancak 2.ci Meşrutiyetle olmuştur. Bu hakkın tanınmasından önce de, dernekler kurulmuştur. Bunların en önemlisi hiç kuşkusuz 1871 de kurulan Amaleperver Cemiyetidir. Bu cemiyet bir sendika olmadığı halde, kuruluşundan bir yıl sonra tersanelerde grev yapabilmiştir. Bu hak 1909 da anayasal bir hak olarak kabul edilmeden önce de saraydan izin alınarak siyasi olmayan dernek kurulabiliyordu.

1924 Anayasası dernek kurma özgürlüğünü güvence altına almıştır. (Mad.70) 1924 Anayasası döneminde 2. Meşrutiyet zamanında çıkarılan yasa yürürlükte kalmıştır. Ancak 1925 yılında Cemiyetler Kanununda yapılan değişikliklerle hükümete dernekler üzerinde geniş bir denetim yetkisi verilmiştir. Daha sonra 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanunla hükümete tanınan geniş yetkiler ‘’ahlaka ve kanunlara aykırılık’’ kavramları ile sınırlandırılmıştır.

Daha sonraları Medeni Kanunla getirilen düzenleme ile yetinilmeyerek, 1938 yılında derneklerle ilgili Cemiyetler Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun dernek kurma hakkını önemli ölçüde kısıtlamıştır. Bu kanun cinsiyet ve sınıf esasına dayalı dernek kurulmasını yasaklıyor, başka dernekler için de önceden izin alma koşulu getiriyordu. Ayrıca, bu kanun hükümete de dernek kapatma yetkisi veriyordu.

Çok partili demokratik sisteme geçildikten sonra, 1946 yılında dernekler kanununda yapılan değişikliklerle bu kısıtlamalar büyük ölçüde kaldırılmıştır. 1947 yılında da sendikalar kurulmasına ilişkin kanun çıkarılmıştır.

Dernek kurma özgürlüğü demokratik döneme geçildikten sonra 1956 yılında yeniden kısıtlanmıştır. Dernek kurmak için tüzüğün Danıştay tarafından onanması koşulu getirilmiştir.

1961 Anayasası dernek kurma özgürlüğünü güvence altına almıştır. Sendika kurma hakkı, 1961 Anayasasında ayrıca düzenlenmiştir. O tarihte kamu çalışanlarına da sendika kurabilme hakkı verilmiştir. Ancak bu hak daha sonra 1971 değişiklileri ile kaldırılmıştır. Bu anayasaya uygun dernek kurma kanunu 1972 de çıkarılmıştır.

1982 Anayasası ile dernek kurma hakkını çeşitli kısıtlamalarla kabul etmiştir. Bu kısıtlamaları içeren yeni dernek kurma kanunu askeri cunta zamanında kabul edilmiştir. Bu kısıtlamalar pek çok eleştiriye yol açmıştır. Ancak 1982 Anayasasının geçici 15. maddesine göre bu kanunun anayasaya aykırılığı ileri sürülememiştir. 2001 Anayasa değişikliğinden sonra 2004 yılında bugünkü Dernekler Kanunu çıkarılmıştır. Yeni Dernekler Kanunu ile taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere uygun düzenlemelerin bir kısmı kabul edilmiştir.   

Buna göre herkes önceden izin almaksızın dernek kurabilir ve bunlara üye olmak ya da üyelikten çıkmakta herkes özgürdür. Dernek kurma özgürlüğü ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlak ile başkalarının hürriyetlerinin korunması sebebiyle ancak kanun ile sınırlanabilir. Anayasanın 10. maddesi doğrultusunda herkes kanun önünde eşittir ve derneklerde dâhil olmak üzere herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Devlet ve idari makamlar bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır. Anayasal olarak usulüne uygun olarak yürürlüğe konmuş temel haklar ve özgürlükleri düzenleyen uluslararası antlaşmalar kanun hükmündedir. Kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi halinde bu antlaşmalar esas alınacaktır. Böylelikle kişi hak ve özgürlükleri yönünden uluslararası sözleşmelerin kanunlardan önce uygulanmasına imkân tanınmıştır.

Temel insan hakları bağlamında, dernek kurmak, üye olmak ve dernek olarak faaliyet bulunmak özgürlüğü uluslararası sözleşmeler tarafından korunmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi “herkesin barışçı yoldan toplanma ve dernek kurmak hakkını sahip olduğunu ve hiç kimsenin bir derneğe üye olmaya zorlanamayacağını” belirtmektedir (md 20). BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (MSHS) ve BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi de herkesin dernek kurma hakkına sahip olduğunu kabul eder. MSHS her şahsın kendi çıkarlarını korumak üzere başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara girme hakkı da dâhil dernek kurma hakkına sahip olduğunu bildirir (md 22/1). Yanı sıra BM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinde ise sözleşmeye taraf olan devletlere kadınların kamusal hayata katılımını sağlaması ve politik yaşama, karar mekanizmalarına katılımının sağlanması için hükümet dışı örgütlere ve derneklere katılmasını sağlayacak önlemler alması öngörülmüştür. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi de çocuklar bakımından özel düzenleme getirmiştir ve çocukların dernek kurma özgürlüğünü güvence altına almıştır. Mülteciler bakımından ise BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme, sözleşmeye taraf olan devletlerin ülkelerinde yaşayan mültecilere, siyasi amaç ve kar amacı taşımayan dernekler ile sendikalar bakımından olabilecek en uygun muameleyi yapmaları gerektiğini öngörmektedir (BM MHSS md. 15). Temel hak ve hürriyetlere ilişkin bütün bu sözleşmeleri Türkiye uygulamakla yükümlüdür. 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesi de örgütlenme özgürlüğünü temel insan hakları arasında sayar. Bu hakkın kullanılmasına ancak ulusal güvenlik, kamu düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için zorunlu olan ölçüde ve yasa ile öngörülmek koşuluyla müdahale edebileceğini belirtir. Sözleşmenin 14. maddesi ise, bu sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından kısıtlanamayacağını öngörerek herhangi bir şekilde ayırımcılık yapılmasını yasaklar. Dernekler düşünce ve toplantı özgürlüğüne sahiptir ve devletlerin buna müdahalesi ancak çok dar bir perspektiften söz konusu olabilir.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün de dernek kurma ve faaliyet özgürlüğü bakımından öngördüğü düzenlemeler bulunmaktadır. 87 sayılı Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının Korunmasına İlişkin Sözleşme bu konuda öncelikle dikkate alınması gerekenlerden biridir ve Türkiye ILO Sözleşmelerini uygulamakla yükümlüdür.