Bölgesel İdare ve Yerel Demokrasi Projesi’nin ürün ve sonuçlarını değerlendirdiğimiz son toplantısını 26-27 Şubat 2016 tarihinde Ankara Best Western Hotel 2000’de düzenledik. İki günlük bu değerlendirme toplantısına, geçtiğimiz iki yıl içinde Türkiye’nin çeşitli kentlerinde proje kapsamında düzenlediğimiz yuvarlak masa toplantılarına katılan sivil toplum örgütleri temsilcileri, akademisyenler ve aktivistler davet edildi. Toplantının ilk günü öğleden sonrasında yapılan özel tartışma oturumuna ise proje konusu ile ilgili bakanlıklardan (Kalkınma Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, AB Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı) temsilciler ile TBMM komisyonları davet edildi.

Değerlendirme toplantısının 26 Şubat 2016 tarihinde yapılan ilk günkü oturumlarına kamu idaresinden 10 ve sivil toplum inisiyatifleri ile akademiden 27 kişi katıldı. Davet edilen bakanlıklardan toplantıda temsil edilenler, Tarım Bakanlığı, AB Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı idi. Ayrıca toplantıya Şişli Belediyesi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Mardin Büyükşehir Belediyesi’ndeki ilgili birimlerden de temsilciler katıldı. Toplantının 27 Şubat günkü oturumları ise STK’lar ve üniversitelerden 34 kişinin katılımı ile yapıldı. Değerlendirme toplantısına katılanlar arasında Ankara merkezli STK’ların yanı sıra, projenin Trabzon, Rize, Samsun, Sinop, Mersin, Adana, İstanbul, Diyarbakır, Mardin, Gaziantep ve Nevşehir’deki toplantılarından katılımcılar bulunuyordu.

Değerlendirme toplantısı temel olarak, proje süreci boyunca edindiğimiz bilgi, bulgu ve gözlemleri paylaşmayı, bunlar üzerinde tartışmayı ve gelecekte aynı minvalde yapılacak çalışmalar için görüş alışverişi yapmayı hedefliyordu. Vatandaşların yerel meselelere yönelik politika süreçlerine doğrudan müdahil olmasının önündeki engeller üzerinde durulan ilk günkü oturumların öğleden sonraki bölümüne kamu idaresinden temsilciler de katıldılar. Toplantının ikinci gününde ise müştereklerin korunmasına öncelik veren bir kamu yararı yaklaşımını kurmak için yurttaş müdahalesinin karakteri üzerine tartışıldı ve gelecekte yapılacak çalışmalar konusunda görüş alışverişi yapıldı.

Proje ekibinin iki yıllık süreç boyunca biriktirdiği gözlemler, Proje Koordinatörü Emel Kurma tarafından özetlendi:

- Kamu idaresi-vatandaş katılımı: Tüm bu toplantıların ve genel olarak sivil toplum örgütlenmelerinin temel amacı vatandaşların kendi hayatlarını etkileyen konularda bizzat karar sahibi olabilmeleri... Bu toplantının ödeneği “kamu- STK işbirliği” vurgusunu önceleyen bir projeden geliyor ancak bu işbirliği vurgusunun da çelişkili olduğu görüldü 14 toplantıda. Gerçekten verimli bir diyalogun katılımcıların aynı zamanda müzakereci olabildiği ve bilgi imecesi yürütebildikleri bir yaklaşımla mümkün olabileceğini vurgulamak gerek. Türkiye’nin yedi bölgesinde yapılan 14 toplantı da bu anlayışla, bölgelerin somut sorunlarına ışık tutan güncel meseleler seçilerek gerçekleştirildi ve toplamda 595 kişiye ulaşıldı.

- Cinsiyet dağılımı: Kadın istihdamı konusunun konuşulduğu Adıyaman toplantısı hariç, toplantılara erkek katılımının yoğun olduğu gözlendi. Bölgesel sorunların daha çok erkekler tarafından tartışıldığı gibi bir sonuç çıkarılabilir gibi görünse de toplantı davetinin gönderildiği listenin cinsiyet dağılımı, toplantıların günü (çalışan kadınların katılımı açısından) gibi parametreler genel bir yorum yapmaya engel…

- Kamu idaresi ve kurumlarının ilgisi: Kamu idaresine (merkezi ve yerel idare ile belediyeler) gönderilen davetlerin büyük çoğunluğu (yüzde 72’si) yanıtsız bırakıldı. Davet gönderilen kişi ve kurumların yüzde 7’si toplantıya katılmayacağını bildirirken yüzde 22’si olumlu yanıt verdi.

- Toplantılardaki tartışmalardan gözlemler: Merkezi idarenin yerel teşkilatı kamuya ve yerel ahaliye yönelik yetkiyi ancak kamu idaresinde yukarıya doğru etkisiz görünüyor. Mahkeme yoluyla hak/çözüm arama; “yürütmeyi durdurma”; idare/icra makamı yargı kararlarına uymuyor; mahkeme sürecinin tamamlanması beklenmiyor. Bu durumda kamunun elinde kalan tek araç olan protesto, gösteri hakkına da asayişçi yaklaşımla cevap veriliyor… 

Kalkınma=büyüme anlayışının getirdiği sorunlar… Bölge belirleme parametrelerinin ve bölgeler arasındaki ilişkiselliğin muğlâklığı…  “Bilgilendirme toplantısı ve benzeri prosedürel yasak savma kabilinden katılım mekanizmalarının getirdiği “diyalogsuzluk” sorunu.

- Toplantılardaki tartışmalardan gözlemler: Bölgesel politikanın belirlenmesi süreci muğlâk ve kapalı işliyor => projelerin başlangıcı, seyri, mesul/muhatap kurumlar belirsiz…  Vatandaşlar da çok farklı çıkar ve beklentilerin, dinamiklerin ortasında bilgi imecesi, dayanışma yapmak konusunda cesur değiller (uzmanlar ve yetkililer kapalı devre)… Belediyelerin de bir bölge anlayışı, vizyonu ve donanımı yok. Belediye meclislerinin etkin kullanımı yerine kent konseyi gibi etkinliği sınırlı ara mekanizmalar işletiliyor.

- Toplantılardaki tartışmalardan gözlemler: Kamu idaresi “diyalog”dan güzelleme/yerme ikilemini anlıyor; diyalog mekanizmalarını rıza üretimi olarak kurmak/işletmek istiyor… 

Diyalog değil müzakere (güç/yetki/donanım asimetrisini dengeleyecek sistematik) eksik…

Usul meselesi (normatif usul belirlenebilir, ama esası güç paylaşımı, yetki devri... olmadıkça diyalog/müzakere usulü yürümez…

- Toplantılardaki tartışmalardan gözlemler: Kalkınma ajansları merkezi idarenin yerele dekonsantransyonu (bilgi, istişare, karar, uygulama ve değerlendirme, yani politika süreçlerinin desantralizasyonu değil, bilakis merkezden neşet etmesinin mekanizması) olarak işletiliyor… 

- Toplantılardaki tartışmalardan gözlemler:  Şehirlerde STK’ların, vatandaşların uzun uzadıya prosedürlerden geçmeden (toplantı, istişare, çalışma vb. için) kullanabileceği kamusal mekânlar yok; proje sürecinde yapılan toplantılar için sadece Diyarbakır BŞB Sümerpark toplantı salonunu ve Mersin Akdeniz Belediyesi Kant konseyi toplantı salonunu kolaylıkla kullanabildik.

Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin proje sürecine dair sunumunun ardından toplantı katılımcıları kamu idaresinin yetki ve inisiyatif alanı ile sivil toplumun politika ve proje üretimi ve uygulama süreçlerine katılımı üzerine görüşlerini dile getirdiler: 

- Merkezi idarenin yerel teşkilatı yetkisiz değil aksine son derece yetkilidir fakat inisiyatif almak konusunda belirli sıkıntıları vardır. Söz konusu sivil yurttaş hareketlerinin itirazları olunca yetkisizler, doğru... Merkeze doğru yetkisiz ve etkisiz, fakat aşağıya doğru çok yetkili… Meyve ağaçlarının dağıtımı için bile tarım il müdürlüğü devreye girer mesela... Bu projenin toplantılarında da kamu idaresinden gelen katılımcılar merkezin iradesi dışından bir etkinlik gösteremeyeceklerinden emindiler.

- Yerel kamu teşkilatı, merkezi iradenin yerele uzanan eli gibi, iletişimi kesen bir bekçilik görevi üstlenmiş durumda... Merkezi idarenin yerel teşkilatı yetkisini, merkezin iradesi dışında kullanamıyor. Sinop’ta yapımı planlanan nükleer santral tam olarak merkezden inme ve valinin istese bile iptal edemeyeceği bir proje örneğidir. 

- Mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararları dahi çiğnendiğinden, vatandaşın protesto ve gösteri hakkını kullanması dışında herhangi bir kamu idaresine ulaşım kanalı yok. 

- Bölge belirleme meselesi de karışıklık içinde olan bir başlık... Kalkınma ajanslarının takip ettiği, bir şehri lokomotif olarak belirleyip diğerlerini vagon olarak konumlamak ve bu birliktelikten bir bölge inşa etmek, işlemeyen bir sistem… Bu noktada asıl önemli olan, bölgelerin sınırları değil farklı şehirler veya bölgelerin, işbirliği içinde hareket edip etmediği olmalıdır. 

- Kalkınma ajanslarının bu tip sivil toplum-kamu diyalogu temalı toplantılara katıldığını görüyoruz çünkü aslında merkezin “dekonsantre ajanları” gibi çalışıyorlar. Kendi aralarında yatay ilişkiler kuramasalar bile kalkınma ajanslarının aslında büyük kaynakları harekete geçirebilecek birimler olduğunu da unutmamak gerekiyor. Meselelerin sektörel kaygılarla ele alınması da yerelde karşılaşılan bir başka problem... Sosyoekonomik eşitsizliği giderme, kimliklerin korunması, denge ve denetleme sistemleri vs. içinde daha geniş bir şekilde tartışmak gerçek çözüm getirecek bir yaklaşımdır. Soğuran ekonomi yaklaşımından uzaklaşılması gerekiliyor aslında.

- Katılım mekanizmaları büyük ölçüde prosedürel eleştiri-yasak savma zihniyeti ile ele alınıyor. Kamu idaresi tarafından düzenlenen bilgilendirme toplantıları, sorunların gerçek muhatabı olan sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarla yapılmıyor aslında. Daha ziyade valilik, yerel kamu kurumları ve belediyelerin buluştuğu toplantılar oluyor bunlar. Öte yandan son yılların verileri incelendiğinde, vatandaşların “katılımı” şikâyet üzerinden gerçekleştirdikleri görülüyor. 

- Bölgesel politikaların belirlenmesi kapalı devre bir sistemde işliyor ve projelerin bitimi, başlangıcı, üstlenici kurumu vs. belirli değil çoğu zaman. 

- Ulusal ölçekte kalkınma projesi yaparken yerelle teması daha iyi düşünmek lazım; bu kalkınma projelerine bir itiraz var. Kamu idaresi, daha proje tasarlanırken, yerelle organik bir temas kurmalı, yerel partnerlere katılım alanı açmalı... 

- Bazı konuları kamu idaresi ve sivil alanın bir araya geldiği ortamlarda konuşmak zor. Fakat başka bir çerçeve ile daha önce hiç bir araya gelmemiş aktörlerin birbiriyle karşılaşması, bilgi paylaşması değerli... Bölgesel idare konusunu konuşmak her zaman kolay ve makbul görülen bir şey değil ama nükleer santral ya da Kanal İstanbul bazında bu konuyu tartışmak mümkün…

“Proje sürecinde yapılan toplantılara gelen katılımcıları genel olarak kamu çalışanları ve vatandaşlar olarak ikiye ayırırsak, kalkınmaya ve bölgesel/yerel sorunlara yaklaşımda bir fark gözlemleyebilir miyiz?” sorusuna verilen yanıtlar ve yorumlardan bazıları şunlardı: 

- Kamu alanından en çok kalkınma ajanslarından katılım oldu ve eleştiriye de açıklardı. Ancak aynı tablo kamu idaresinin diğer kesimleri için geçerli değil. Her ne kadar bilgi paylaşımına hazır olsalar da bir noktada kendi temsil ettiği kurumu “devlet” olarak üst bir pozisyona konumlayan görevlilerle iletişimin zayıfladığı noktalar oldu. Sivil toplumun ise diyalog amaçlı katıldığı bir toplantıda kamu idaresine güvensiz olduğu gözlenebilir bir yaklaşımdı. 

- Kamu görevlilerinin halk muhalefetine karşı önyargılı durmaları ve zaman zaman sorumluluğu Ankara’ya devretmeleri sık gözlenen bir tavırdı. 

- Gelenekçi ve merkeziyetçi kültürün değişimi ve AB sürecine daha kolay uyum sağlamak adına tüm kamu idaresi çalışanlarına eğitim vermek de, Polonya örneği gibi, etkili olabilir. 

- AB Bakanlığı sivil toplumla belki de en yakın çalışan bakanlık; sivil toplumla ilişki için bazı seminerler de düzenlendi bakanlık içinde… Öte yandan bu diyalog konusuna kamunun gözünden de bakarsak empati eksikliği olduğuna değinebiliriz. Kamunun dilini daha iyi öğrenip daha iyi lobi faaliyeti yürütmek bir seçenek olabilir. Ve bu noktada da kamu-STK iletişimini hızlandıracak kesimin, daha esnek bir yapıdaki bir sivil toplum örgütlenmesi olması gerekir. Nasıl sivil toplum çoğul bir yapı ise, sınırlı biçimde de olsa kamu sektörü de (devlet yapıları, belediye, yarı kamu kurumu olan yapılar) çok homojen değil. Dolayısıyla kamu sektörünün hangi uçları daha fazla değişime-diyaloga açık diye düşünmeli…

- İdeal olarak, kamunun sivil toplumu anlayan ve ihtiyaçlarına karşılık veren bir yapıya sahip olması gerekir… Oysa kamu idaresi kurumlarının, gönderilen bir toplantı davetine cevabı bile genellikle kayıtsızlık oluyor. 

“Bölgesel İdare-Yerel Demokrasi Projesi”nin sonuçlarına ilişkin değerlendirmeler ile önümüzdeki süreçte gerçekleştirilecek bir çalışmanın genel çerçevesi üzerine katılımcıların önerileri ise şöyle özetlenebilir: 

- Büyüme ve kalkınma yalnızca fiziksel sermayenin birikimi üzerinden olmaz, kamu-sivil toplum ilişkisi de hayati önemdedir. Birtakım toplantılar sivil ölçekte karar alınmasında etkili olurken hem devlette hem de sivil toplumda bazı inceleme-gözlemleme faaliyetlerinin eksik olduğunu da belirtmek gerekir. Şu anda burada olan dernekler, toplantı yaptıkları yerlere geri dönerek değerlendirme sonuçlarını konu olan bölgeye bildirebilir ve aynı şekilde o bölgeden de geri bildirim alınabilir. 

- Devleti anlamanın yolu tarih bilinci oluşturmaktan geçer. Örneğin, Sinop özelinde hYd’nin düzenlediği toplantının doğrudan bir etkisi olduğu söylenemeyebilir belki. Ancak Trabzon-Rize’de yapılan yeşil yol projesi konulu toplantılar için şu söylenebilir ki, atomize olmuş sivil toplumu bir araya getirmede başarılı oldu. Kamu idaresinden katılanların olumsuz yaklaşımına rağmen pek çok farklı kesimden sivil yurttaşlar ve kurumlar hYd’nin çabasıyla bir araya gelebildi. Kamunun Rize ve Trabzon toplantılarındaki agresif tavrına rağmen özellikle Trabzon’daki tartışma çok verimli geçti. Kişilerin özel düşünceleri ne olursa olsun yeşil yol gibi projelerde tartışmaların sübjektif kimliklerden sıyrılarak yürütülmesi gerekir. Trabzon böyle oldu, hYd sayesinde ciddi bir bilgi paylaşımı oldu ve Rize de bunu perçinledi. 

- Öte yandan, sadece aktivizm noktasında değil, bir bilgi paylaşımı ağı oluşturması açısından da hYd’nin bu toplantıları çok etkili oldu. 

- Kamunun toplantılara gelip, söyleyeceklerini söylemek dışında etkili bir iletişime girmemeleri aslında ellerinde nitelikli veri olmaması ile de alakalıdır. Bu işin bir diğer boyutu ise kamu idaresi çalışanlarının kendilerini bir üst kurum olan devlette konumlamaları ve vatandaş-devlet birlikteliğini kabul etmemeleridir. 

- Diyarbakır’daki yapılan toplantıyı da düşünecek olursak, yerelden yükselen bir itiraz var tepeden inme projelere... hYd bölgesel bir kalkınma projesi belirleme sürecinde de yerel inisiyatiflere danışabilir. Yani tüm proje de yerel partnerlerle tasarlanabilir. Bu proje böyle tasarlanmasa da bir öğrenme süreci olması açısından oldukça önemliydi. Her toplantıda bilgi üretimi ve paylaşımı vardı. Bu tip toplantılar normalde birlikte olamadığınız kişilerle bir araya gelmenizi sağlıyor. Yerele özgü görülen meselenin aslında o kadar da yerel olmadığını anlaşılmasına da yardımcı oluyor.  

- Bu 14 toplantının sonuçları üst bir ölçekte soyutlanarak yeni çıkarımlar yapılabilir. Kıyaslama ile daha soyut, daha teorik bir bilgi üretimi gerçekleştirilse bu proje açısından çok faydalı olur. Bilgilerin sunum biçimleri de değişiklik gösterilebilir ve çeşitlenmiş bir bilgi formu üretilmiş olabilir böylece. Buradaki birikim ile yeni bir projenin zemini de hazırlanmış olabilir. Kısaca biriktirme stratejisi geliştirmek çok faydalı olabilir. 

- Proaktif bir yaklaşım güden sivil toplumun, karar süreçlerine müdahil olabilmesi daha mümkün. Yerel idareler üzerine konuşacak olursak, bilindiği üzere belediye başkanlarının maaşlı danışmanları var. Bu maaşlı danışmanların dışında, belediyelerde gönüllü danışma kurulları kurulabilir. Bu kişiler akademisyenler, sivil toplum örgütü üyeleri olabilir. Böylece sivil toplum ve belediye arasında organik bir bağ kurma fırsatı doğabilir. Son olarak ise, kent konseyleri konusuna belediye başkanları çok sempatik yaklaşmıyorlar. Kültür sanat etkinlikleri dışında bağımsız ve özerk kent konseylerinin herhangi bir yaptırım gücü olmuyor belediyeler açısından. Mahalle meclisleri sistemi üzerine (Eskişehir) Odunpazarı Belediyesi örnek bir şey yaptı; artık mahalle meclisleri toplantılar yapıp taleplerini kendi öncelik sıralamalarıyla belediyeye iletiyorlar. 

- Diyarbakır’da yerel katılımı anlamak için geçmişten günümüze ne olduğunu ve sivil toplumun ne ile mücadele ettiğini bilmemiz lazım. Diyarbakır Hevsel Bahçeleri sivil toplum örgütleri ve vatandaşlar tarafından kültürel miras olarak ilan edilmesi için UNESCO’ya götürüldü. Bu çalışma Kültür Bakanlığı ile yürütüldü ancak esas ağırlık, belediye ve onların belirlediği bir kurulun üzerinde idi. Kurul gönüllülük ve çoğulculuk esası ile yürüttüğü bu çalışma neticesinde üç HES projesini iptal ettirdi, Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülen Dicle Vadisi Projesi de bunlardan biriydi çünkü şehrin alan bütünlüğünü bozuyordu. Kentte oluşturulan kurullar ve UNESCO’nun yasal dayanağı ile bakanlıklarla ciddi mücadeleler verildi. Bu açıdan Diyarbakır zorlu bir şehir çünkü tarım-kent-tarih bir arada ve hepsiyle ayrıca ilgilenmek gerekiyor. Ancak dünya mirası olarak tescil alanda yani Suriçi’nde, yaz aylarından beri abluka ve sonuç olarak ciddi bir yıkım var. Bu noktada söz konusu tarihi bölgenin korunması konusunda belediye ile herhangi bir sorun yok fakat projenin ana yürütücüleri olan Kültür Bakanlığı ve valilik ile iletişime geçilemiyor. Tek başına “güvenlik” gerekçesi ile bir dünya mirasının göz göre göre, hiçbir kural dinlemeden yıkımı yanlış bir şey… Kültür Bakanlığı’nın yetkisinde olması gerekirken, Şehircilik Bakanlığı’nın önderliğinde yıkımın olduğu alanların hafriyatları toplanıyor. Oysa kültür mirası sayılan bir alanın hafriyatlarının da korunması gerekiyor ki sonrasında aynı şekilde inşa edilebilsin. Bir yandan da Diyarbakır’ın Roma döneminden kalma şehir planının da değiştirildiğini ve başka bir planlama yapıldığını duyuyoruz. Normal şartlarda orada kentsel dönüşüm vs. planlarını uygulamak kolay değil çünkü şehrin güçlü bir sivil yapılanması var ve bakanlıkların planlarına şiddetli muhalefet ediliyor. Fakat şu anda kentteki güvenlik sorunundan yararlanılarak kentsel dönüşümü gerçekleştirme projesi hayata geçiriliyor. Ayrıca Diyarbakır konut ağırlıklı bir şehirdir ve son dönemdeki ablukalar yüzünden evlerini bırakan insanların mülkiyet sorunları da var, yani demografik düzenin korunması da bu planın sorumluluğundadır. Peki, bu konjonktürde katılımcılığı nasıl sağlayacağız? 

“Belediye örgütlenmelerini bir araya getirerek yapılacak yatay bir bölgesel çalışma ile vatandaşın karar alma ve uygulama süreçlerine katılımını artırmak mümkün müdür?” sorusu etrafında görüş alışverişi yapıldı: 

- Türkiye’de dönen rejim tartışmasını aslında yerel düzeyde de çalışmak lazım. Bu konuda üretilmiş çok fazla bilgi yok, daha fazla tartışmalar, yayınlar hazırlanması lazım. Mevzuata bakıldığında belediye meclislerinin kapasitelerinin ötesinde de yasal sınırlar var. Bunun yanında STK’lara karşı eleştirel de olunmalı. “Kim katılacak?” sorusu sınıfsal bir meseleye de işaret ediyor. Bu katılım mekanizmalarından biri olarak işletilen Yerel Gündem 21 çok küçük bir kesim tarafından biliniyor mesela Diyarbakır’da. Birtakım derneklerin, yetkisini halkın tamamından almayan STK’ların, yönetme alanına ortak olması doğru mudur? Kent düzenlemeleri de sınıf meselesi üzerinden hayata geçiyor örneğin. Kaynaklar sınırlı olunca, öncelik orta-üst sınıf kesime veriliyor. Güzel bir mahalleye büyük bir park mı yoksa zaten kamusal alanı kısıtlı olan gecekondu mahallelerinin arasına küçük parklar mı?

Öte yandan Diyarbakır özelinde konuşulacak olursa, mahalle muhtarları sivil toplum örgütlerinden daha çok bilgiye ve etkililiğe sahip... STK-siyaset ilişkisinin yoğun olduğu her zaman çok verimli sonuçlar da üretilemiyor ayrıca. Bir başka katılım alanı olarak belediyelere paralel çalışan ve sivil toplumun etkin olduğu danışma meclisleri önerilebilir. 

Mahalle meclisi, daha küçük ölçekli ve değerlendirilebilecek bir başka katılım ve müdahale alanı… Üçe ayırırsak bu mahalle meclislerini: 1. Muhtarlar 2. Belediyelerin basın yayın birimleri 3. Mahallelerde vatandaşlardan kurulmuş meclisler. Asıl yetki, bu enformel yapıdaki mahalle meclislerine ait olmalıdır. Genel olarak ise şu söylenebilir: Mevcut formel ağlar katılım konusunda çok elitist kaldığından, enformel bir bakışla çözüm aramalı ve kamu otoritesinin karşısında halkın katılım gücünü besleyen bir çalışma hedeflenmeli; kamunun, sokağın gücünü artırmaya yönelik işler yapılmalı…

- Mahalle ve muhtarlık sistemlerine yakından bakılırsa, Türkiye’ye özgü bir sistem olduğu, 1808’de İstanbul’da güvenlik sorunlarını çözmek için ortaya çıktığı görülür. Muhtar kelimesi anlam olarak da “otonom” demektir. Muhtarlık, sonradan resmi bir kurum haline geliyor ve bugün bakıldığında da sivil bir yapıya sahip…

- Kent konseyi sınıfsal hiyerarşiyi ortaya koyan bir sistem neticede... Gerçekten ihtiyaç sahibi olan kişinin oraya ulaşım kanalı yok zaten. Bütün bu belediyelerin deneyimlerini bir araya getirebilecek, bazı buluşmalar sağlayabilecek bir sistem gerekli.

- Mahallelerdeki sıradan vatandaşın doğrudan katılım gösterebilmesinin çok sınırlı olduğu düşünülürse yerelde ideal bir özyönetimci sistem kurup işletmek zor... Kent konseyleri işleyen bir düzen olmadı, belli sınıflar ve belli sektörlerin yönlendirmesinin yaygın olduğu görülüyor. Katılımcı bütçenin genişletilmiş bir versiyonu ile yerelde katılımı esas alan konuları farklı alanlarda işlemek gerekebilir. Mahalli ve belediye düzeyindeki katılım ve işbirlikleri dışında genel bazı hareketleri de katmak gerekiyor. Kadın hareketi buna bir örnek olabilir. Kolektif hareketler yerel katılımcılıktaki bazı boşlukları doldurabilir.

- Sorunların anlamlandırılmasında vatandaşların o konuyu sorun olarak değerlendirip değerlendirmediğini de bilmek lazım. İtirazı olan halkın direncini güçlendirme, hukuki destek, belediyelerle bu konuda işbirliği ve ortak bilgi üretimi gerçekleştirilebilir. Bölgenin dinamikleriyle örgütlenme kapasitesini güçlendirme çalışması da izlenebilecek bir başka yol...